1984 yilinda, genc denebilecek bir yasta, 58 yasinda öldügünde, Michel Foucault 20. yüzyilin en büyük düsünürlerinden biri olarak kabul ediliyordu. Özellikle sik sik ziyaret ettigi Amerika Birlesik Devletlerinde seckin tarihcilerin bas taci ettigi Foucault, savundugu tezleri ve yaptigi kapsamli calismalariyla, günümüzde de halen pek cok tartismayi ateslemektedir. Liberal düsünceyi ve gelenekci ve tutucu Marksist yaklasimlari reddeden düsünür, cagdas entelektüelin bir modeli haline gelmistir. Her ne kadar kendisi hakkinda pek konusmamis ve yazmamis, hatta bizatihi ilginc hicbir yaninin bulunmadigini söylemisse de, Didier Eribon elinizdeki kitabiyla onun bu iddiasinin pek de dogru olmadigini gösteriyor. Bir gazeteci olarak, Foucaultyu ölümünden cok önce taniyan Eriborn, Foucaultyla yapilan sayisiz görüsmeyi annesi, ögretmenleri, sinif arkadaslari, Simone Signoret ve Yves Montand gibi eylem arkadaslari dahil olmak üzere, onun en yakinlarinin anlatimlariyla harmanlayarak zevkle okunan bir kitap kaleme almis. Michel Foucault, dünyanin tanidigi bu sira disi filozof, eylemci, hayat insani kimdi 1950lerin sonunda De Gaullecü diplomatlarla dostluk kuran genc kültür atesesi, 1960larin ortasinda yapisalciligin öncülerinden biri olarak Fransiz düsüncesinin yeni yildizi, Mayis 1968de ögrenci ayaklanmalari Fransayi ve De Gaullecülügü sarsarken siki bir solcu ve Maocu olan Foucault tüm bu sürecte ayni zamanda, akademi dünyasinin en üst basamaklarina tirmaniyordu. Bu kitap, olaganüstü bir entelektüelin yasam yolculugunun izini sürmekle kalmiyor, II. Dünya Savasindan günümüze, Fransanin kültürel, politik ve entelektüel hayatini da son derece iyi bir sekilde özetliyor.